Gizli İşaretler (Çalışma Yerinden toprak altından Çıkan metaalar)
İşlem gören yerlerde, yer altından çıkan yılan makeki mala olan uzaklığı, yönü veya tünel var ise; tüneli vermektedir. Baltacık taşı, ücgen taşlar yada canlı cansız figürler daima işlemi doğrulayıcı ve yönü verici işaretler olarak kullanılmışlardır. Hazine gömen çete geniş kadro ve imkana sahip olduklarından gömü alanını çok geniş eşmişler mala doğru da dört bir yandan gizli işaretlerle yol vermişlerdir. Bu yollar gizli maket işaretleri kök boyalı taşlar, karasakız, sarı kum, kül, kirec, su kanalları gibi maddeler olup, bizler kazı esnasında şunu daima hatırlarsak muvaffakiyet bizden kacmayacaktır arkadaşlar. Malı daima ya orta merkeze ya da tam güneye defnetmişlerdir. Zaten mala bu işaretler bizi getirecek olup, aşırı iş gücü harcamamak için kazı esnasında işlem gören yerin sınırı bulunduğunda 4 metre orta merkezden kazıya devam etmekte yarar vardır.
DEĞİRMEN TAŞLARI toprak altında bulunurlar ve altında mutlaka müjdesi vardır yine ağzı aşağı küpler gibi aynı şifrededirler. Ana parası güney batı yönünde 7-9 metre mesafededir.
DİBEK TAŞLARI toprak altında olup, şayet dibek kullanış şeklinde yani altı altta, ağız kısmı üstte çıkar ise; 7 ila 9 metre güneybatı istikametinde hafif kabarık alan aranır düz zeminden 50 cm. ila 2 metre kadar yüksek alan aranır malı ordadır. Alt kısmı orta merkezinde murc ile noktalanmışsa müjde parası altındadır.
Dibek taşı alt kısmı üste ağiz kısmı aşağı bakar vaziyette çıkar ise mutlaka altında müjde malı ve 7 ila 9 metre uzaklıkda güneybatı yönünde düz alanda ana parası vardır.
----------------------------------------
GİZLİ VE KUTSAL SEMBOLLER
Gizli Semboller
Semboller
İnisiyeler tarih boyunca gizli bilgileri aktarmak için sembollere baş vurmuşlardır. Bu şekilde semboller efsanelere, kutsal metinle ve menkıbelere işlenmiştir. Onların anlamını bilenler, onları deşifre ederek gizli anlamlarına kavuşmuşlardır. Ayrıca, harfleri sayılara, sayıları harflere çeviren çeşitli şifreler, çeşitli kavramları ifade eden geometrik şekiller, piktogramlar ve ideogramlar geliştirilmiş, her nesneye ve canlıya çeşitli mecazi anlamlar verilmiştir.
Semboller basit veya karmaşık şekillerden meydana gelebilir. Bunlar, sayı, harf, geometrik bir şekil, doğadaki bir canlı, eşya veya bunların birleşimlerinden oluşabilir. Hepsinin üzerinde bir düşünce gücü yüklüdür ve kesinlikle rastlantısal özellikler taşımazlar. Semboller ilgisizlere fazla bir şey ifade etmezler. Fakat, anlayanlara ifade ettikleri manalar çok derindir.
Semboller, farklı tecrübe düzeylerine ulaşmamızı sağlarlar; ki onlar olmadan bunlar sonsuza dek bizlere kapalı kalırlardı; çünkü onların bilincine bile varamazdık. Sembollerin temel işlevi, farklı şekillerde ulaşılamaz hakikatlerin düzeyine varmaya ve hiç düşünülmemiş bakış açılarını insanların anlayışına sunmayı sağlar. Sembol her zaman beşeri varoluşu yükümlülük altına sokar ve aynı zamanda anlık gerçeği patlatarak bir anlam yükler.
Sembolizm, bir düşüncenin veya olayın sayılar ve şekillerle anlatılmasıdır. Bir açıdan kullandığımız harfler ve rakamlardan tutun, etrafımızda gördüğümüz geometrik şekillerde, doğanın yarattıklarında ve oluşlarda dahi sembolizmi görebiliriz. Fakat bizler genellikle bunları taşıdıkları anlamlardan çok, karşımızdakilere bildiklerimizi aktarmak için kullanırız. Oysa her harfin, rakamın, geometrik şeklin taşıdıkları anlamlar ve enerjiler vardır. Sembolizmin en önemli yanı, bir sembole yüklenen anlamın yıllarca değerini kaybetmeden korunabilmesidir. Fakat bunun bir kötü yanı da aynı sembole gerçek anlamından veya daha doğrusu esas kullanım amacından farklı anlamlar yüklenerek kullanılmasıdır. Bu nedenle semboller ile uğraşırken dikkatli olmak ve gerçeği araştırmak gerekebilir. Fakat sembollerin gerçek anlamları ne kadar saptırılmaya çalışılırsa çalışılsın mutlaka birileri tarafından hep doğru olarak bilinir ve korunur.
Semboller içimizdeki mevcut olan ve ancak sezebildiğimiz hakikatleri somutlaştırabilmemizi sağlar. Gerçekten de sembol insanın içinde hissedip de tam olarak tanımlayamadığı için dile getiremediğinin dışarıya yansımasıdır. Semboller dış dünya ile aramızdaki ilmi aşan hakikatleri, örtülü ince bağları kavramamıza yardımcı olur, ezoterizme nüfus etmemizi sağlar. (Bunu da belirtmekte yarar vardır: Sembolizm doğal olarak ezoteriktir, fakat ezoterizm her zaman sembolik değildir.)
Sembolizm başlangıcı çok eski çağlara uzanmaktadır. Bir takım kavramların başkalarınca da anlaşılabilir olmalarını sağlamak maksadıyla kelimeler, işaretler, sayılar, jestler, yazılar, bazı hareketler ve özel ritüeller bu maksatla hep kullanılmışlardır.
Sırların evrensel dili olan sembolizm; gizleyerek açıklar, açıklayarak gizler. İnsanlar binlerce yıldır, bir düşünceyi izah etmek için birçok yollar denemişlerdir. Bir düşüncenin anlamını, kademeli şekilde insanların anlayışlarına ve olgunluklarına göre birtakım kalıplar içine koyup sunmuşlardır. Özellikle ezoterik, gizli tutulması gereken birçok bilgi sembollerle anlatılmıştır. Yani doğrudan doğruya bir düşünce, bir bilgi izah edilmemiş, üstü adeta örtülerek bohçalandıktan sonra aktarılmıştır. Sembolizmin bilimsel metotlarla işi yoktur. Bilim cevap arar, sembolizm ise soruları arar. Yani sembolizmde sorular önemlidir.
Sirius, İki Sütun ve Üç Piramit - Peter F Christiansen
Evren, bir matematik ve geometri düzeni içinde hareket eder. Astronomi, fizik ve bilim dallarıyla ilgilenenler evrenin mükemmel bir ritmik düzen içinde hareket ettiğini, yaşadığını gayet iyi bilirler. Tanrının varlığını bu mükemmel düzen içinde görmek mümkündür. Çünkü O’nun varlığına inanmayan bilim adamları bile, en son teknolojiyi kullanarak elde ettikleri bulgularda, evrenleri yaratan yüce bir gücün varlığını hissetmeye başlamışlardır. Bu güce kimileri Allah, kimileri God, kimileri Dieu, kimileri Evrensel Zeka, kimileri ise başka adlar verebilir. Ama bu mükemmel matematik ve geometrik düzeni kuran güce ne denirse densin varlığı inkar edilemez. Masonlukta bu yaratıcı güce ‘Evrenin Ulu Mimarı veya Geometri Üstad-ı’ denilmektedir. Masonlar evrenleri yaratan ve mükemmel bir şekilde işleten enerjiyi tanımlamak için bazen sembolleri kullanırlar. Bunu, çok daha eski yıllarda yapan bir takım kadim uygarlıkların varlığından da söz edebiliriz.
Semboller bilimi, değişik realite planları arasındaki, görünmez alemle görünür alem arasındaki benzeşime dayanmaktadır. Sembolizme göre, yüksek düzenin realitesi, daha aşağı seviyedeki bir düzenin realitesi, daha aşağı seviyedeki bir düzenin realitesi ile temsil edilir. Ama bunun tersi olamaz, bir sembol daima, en azından bir üst anlamı ifade etmek için mevcuttur, varlık sebebi budur. Tüm evren tam bir ahenk halindedir ve “Yukarıdaki aşağıdakine, aşağıdaki de yukarıdakine benzer” Dolayısıyla beş duyumuzla algılayabildiklerimizin tümü, aslında görünmez alemin bir sembolü durumundadır. İnisiyeler bu gerçeği gayet iyi kavramışlar ve bir takım ökült prensipleri, yasaları, beş duyunun algılayabileceği bir şekilde ifade etme yöntemini kullanırken de, her varlığın realitesine hitap edebilecek hüneri göstermişlerdir. O işareti, o resmi, o tiyatro oyununu, o şiiri, o edebi eseri, o halk masalını vs. Herkes kendine göre yorumlayacak ve bir anlam çıkaracaktır.
Semboller, sonsuzluğa yönelmemiz hususunda bize sevgiyle yardım ederler. Zira, sonsuzdan geliyoruz ve şu dünyadaki yolculuğumuzu sonsuzluğa doğru yapıyoruz. Ve işte semboller, zamanın ölçüsüzlüğünde yolumuzu kaybetmemize mani olan yol gösterici levhaları, koruyucuları temsil ederler.
GİZLİ VE KUTSAL SEMBOLLER
12 Bin Yıldır Kalp Sembolü Çiziliyor, Biliyor musunuz?
Dünyanın her yerinde ders sıralarının, duvarların, bankların, ağaçların üstüne milyonlarca kalp işareti kazındı. Hepsinin içinden iki ucunda iki baş harf olan bir ok geçiyor. Aslında insanoğlu, tam 12 bin yıldır aşık olup sağa sola kalp resimleri çizip duruyor. İlk kez Güney Fransa'da mağara duvarlarına çizilen kalp resmi, günümüzde de 'en temiz duyguları' ifade etmeye devam ediyor. Kalp sembolünün ayrılmaz parçası olan ok da Ortaçağ'da ortaya çıkmış.
Kalp Sağlığı Vakfı Başkanı olan Prof. Dr. Tayyar Sarıoğlu'nun (52) yaptığı araştırmaya göre, kalp resmi, hemen her çağda ve dünyanın her yerinde aşkın sembolü. Aşkını duvarlara kazıyan ilk romantikler, Fransa'nın güneyinde yaşamış olan Cro-Magnonlar. Son buzul çağından önce (M.Ö. 10000-8000) yaşamış olan ve avcılıkla geçinen bu mağara adamları, kalbin, hayatın ve canlılığın devamını sağlayan en önemli organ olduğunu keşfettiler. Cro-Magnonlardan kalan mağara resimlerinde günümüzdekine çok benzer kalp figürleri görülüyor.
En eski bulgulardan biri de Kuzey Afrika'da M.Ö. 700'de kurulan Cyrene şehir devletinin hikayesinde saklı. Günümüzde Libya sınırları içinde kalan Cyrene, burada yetişen çok değerli 'Silphium' bitkisi sebebiyle o dönemin en önemli ticaret merkezi haline gelmişti. Çünkü Silphium, erkekler için çok güçlü bir afrodizyak etki gösterirken, kadınlar doğum kontrolü için kullanıyordu. Silphium bitkisi o kadar değerliydi ki, Cyrene paraları üzerinde resmedilmişti. Bu bir kalp şekliydi ve kalp ile sevgi arasındaki ilişkinin en önemli örneğini oluşturdu.
Eski Mısır'da kalp, ruhun ve vicdanın merkezi olarak kabul edildi. Ölümden sonra bütün organlar vücuttan çıkarılırken, sadece kalp yerinde bırakıldı. Çünkü ölümden sonra kalbin, adalet tanrısı Maat'ın huzurunda hesap verdiğine inanılıyordu. Eski Yunanlılar ruhun kalbin içinde yerleştiğine inanıyordu. Kalbin kan pompalama fonksiyonun farkında olan Hipokrat ve Aristo, kalbin aynı zamanda duygu ve düşünce yeteneklerinin de merkezi olduğunu düşünüyordu. Şarap ve zevk tanrısı Dionisos'un başında yapraklardan oluşan kalp şeklinde bir çelenkle tasvir edildiği bir anfora , Yunanlılar'ın kalp, zevk ve mutluluk arasında kurdukları ilişkiyi ortaya koyuyor.
Bugün bildiğimiz simetrik kalp sembolü ise Ortaçağ'da popüler olmaya başladı. 13. yüzyılda, kadınların güven ve inancını kazanmış İsveç Kralı Magnus Ladulas'ın kolunun üzerinde bir kalp işareti yer alırdı. 1400'lerden kalma 'Kalbin Sunuluşu' isimli Fransız duvar halısında, erkeklerin, aşık oldukları kadınlara bağlılıkları kalplerini sunarken tasvir edildi. Yine o dönemden beri kullanılan iskambil kartlarında kırmızı kalp en değerli kağıt grubu oldu.
İŞARET NASIL YAPILDI?
Girit Kültürü ile başlayan ve Bizanssın yıkılışı ile son bulan, sert çisimler muhtelif semboller, heykeller yazı yazan EPİGRAFİ denilen bir bilim dalı vardı.
Osmanlı’da bu bilim dalı NAKKAŞÇILIK, askeri birimler içinde LAĞIMCILAR şeklinde gelişerek devam etti.Osmanlı tarihi eserlerden görülen eşsiz güzellikte ki taş yontmalar şekkiler yazılar desenler Nakkaşçılıkla uğraşan ustaların zanaatıdır.Savaşlarda lağımcılar kullanılırdı, Lağımcılar kale yakınlarından tüneller açarak savaşan askerlerin gizlice kale içine girmesini sağlarlardı.
Sert cisimlerle uğraşanlar çırak, kalfa ve usta şeklinde bir eğitim alırlardı.
Dünya coğrafyasında bir çok çeşitli, yapıya sahip kaya mevcuttur. Her kaya yapısı işlemeye elverişli değildir.Hangi kayanın daha kolay, nasıl işleneceği konusunda pratikten eğitim verilirdi. Çünkü yapılacak olan eser yıllarca yaşayacak kadar sağlam olacaktır. Eğitim alan insan kayanın yapısından iyi anlar. Eğitimsiz sırada insan bu tür işleri yapamayacağı açık olarak görülmektedir.
Günümüze ulaşan lahit, kaya mezarları,sütün başlıkları heykeller ve sair eserlerin hepsi EPİGRAFİ bilim dalında yetişen insanlara aittir.
Definecilerin, işaret dedikleri muhtelif sembollerde epigrafi ustalarına ait bir düzeneklerdir. Epigrafi de çırak, kalfa ve usta şeklinde yapılan eğitim düzeni bir standardı da beraberinden getirmiştir.
Define ile ilgili şifreleme düzeneği yapılacağı, coğrafya koşulları, kayanın sağlamlığı doğa olaylarına (deprem,su,sel,don,kar güneş,rüzgar… gibi) dayanıklı olanları seçilmek zorundadır.
Bu tür seçenekler bize gömünün, coğrafyanın hangi bölgesine, o alanda bulunan hangi cins kayaya yapılacağına dair ip uçları vermektedir. Su ve sel olabilecek yerlere, yerinde kolay kaldırılabilen kayalara, ekim dikime elverişli alanlar gömü gömmeye uygun alanlar değildir
Unutmayınız ki defineler için şifreleme düzenekleri yapılması için nasıl bir ustaya ihtiyaç varsa. Ayni şekilde bu işaretlerin çözümü içinde belli bir seviyede eğitime ihtiyaç vardır.Yapılan iş ne kadar bilimsel ise çözümü de bir o kadar bilimsel olmak zorundadır. Bu itibarla definecilikle uğraşan insanlar tüm çalışmalarını bilimsel kaynağa dayandırmak zorundadır.
Eski uygarlıklarda nümeroloji
Nümeroloji Okültizm’in bir dalı olup, evrenin sayısal bir kurgu içerdiğini, evrendeki hiçbir şeyin rastlantıya dayanmadığını, her şeyin sayısal bir düzen içinde meydana geldiğini varsayar ve sayılarla ilgili çeşitli analitik ve sentetik çalışmalarla, evrendeki ve olaylardaki gizli yasa ve ilkeleri keşfetmeyi amaçlar.
Eski Mısır ve Yunan'da Nümeroloji
Nümeroloji bilgilerinin gelecek veya gizli şeyler hakkında bilgi edinmeye yönelik olarak kullanılmasıyla ilgili alana ise aritmansi adı verilir. Eski Yunan ve Kalde’de uygulanan aritmansi ya da aritomansi “sayılar bilimi” denilen nümerolojinin öncüsü olarak görülür. Nümeroloji’nin Batı’daki gelişimi, esas olarak, “sayılar bilimi ilâhî güçler bilimi demektir” diyen Pisagor’la başlamıştır. Pisagor’a göre, evren sayılar üzerine kurulmuş bir sistem olup, evrendeki ahenk sayıların bir uyumudur. Fakat sayılar bilimine Yunanlılar’dan çok daha önce Mısır’da önem verildiği bilinmektedir. Nitekim esin kaynağı eski Mısır bilgeliği olan inisiye Pisagor’un nümeroloji ile ilgili sözlerini eski Mısır bilgeliğini yansıtan Hermetika’da bulmaktayız: “Mükemmel işleyen evren, sayıların gücüyle düzenlenmiştir.” Sayıların seslerle ilişkilendirilmesi de, tarihçilere göre yine eski Mısır’da başlamıştır.
Eski Mısır’ın İsis misterleri inisiyeleri 22 sayısına çok önem verirlerdi. Yirmiiki sayısını kutsal saydıklarından ezoterik anlamını çok gizli tutmuşlarsa da, dinsel işlemlerde bu sayıyı kullandıkları bilinmektedir. Mısır’ın 22 sırrı, hermetik bilgeliğin Mısır’dan Avrupa’ya geçişiyle Okültizm’de 22 arkan ya da anahtar biçimine dönüşmüştür. Fakat Avrupa’da Okültizm’in ortaya çıkışından çok önce, Mısır’ı ziyaret eden Pisagor bu sayının önemini öğrenmiş bulunuyordu. Nitekim Pisagor matematikteki ünlü “pi” sayısını 22’yi 7’ye bölerek bulmuştur. Bu sayının daha sonra Dante’nin İlâhî Komedya eserinde kullanmış olduğu görülür. 22 gibi 11 ve 33 de nümerolojide “üstad sayılar” olarak kabul edilir.Tradisyonlarda en çok sözü edilen sayılar 1, 2, 3, 4, 5, 7, 12, 22, 40 ve 50’dir.
İbraniler'de Nümeroloji
Fakat harflere nümerik değerler verilerek harflerle sayıların ilişkilendirilmesi alanında en yoğun çalışmaları kabalistlerin yapmış oldukları bilinmektedir. İbrani alfabesini kutsal alfabe olarak gören kabalistlere göre İbrani alfabesinin 22 harften oluşması bir rastlantı değildir. Fenike alfabesi gibi, bu alfabenin de 22 harften oluşmasında eski Mısır'ın hermetik etkisi olduğu sanılmaktadır.
Kabalistler 22 sayı ve harfi 3+7+12 biçiminde üç grupta ele alırlar. Bunlardan 3 temel harf semavi alemi, evrensel kökeni, başlangıcı temsil eder. Sonraki 7 "düalite harfi" "bilinçle idrak edilebilir âlem"in, yani aracı âlemin karşılığıdır. Kalan 12 harf ise duyularla algılanabilir âlemin karşılığıdır. Sayılarla ilgili kabalistik çalışmalar gematria, temurah ve notarikon adları altında üç ayrı uzmanlık alanı oluştururlar.
Araplar'da Nümeroloji
Aslında, Kabalistlerin 3+7+12 biçimindeki üç gruplu sistemi Yahudiler'e özgü değildir, eski Mısır, Fenike ve eski Etyopya'nın hiyeratik alfabe harflerinde ve Arap alfabesi harflerinde de uygulanmaktaydı. (Arap alfabesi de çok önceleri İbrani alfabesi harflerine denk düşen 22 harften oluşmaktaydı.) Harflere nümerik değerler vererek yapılan çalışmalar, İslam nümerolojisinde ebced hesabı ve cifr ilmi adıyla bilinir. "Allah" sözcüğünün ebced hesabındaki sayısal değeri 66’dır.
DEFİNE GÖMÜ noktaLARI
Define arayıcıları için çok önemli bir konuyu burada açmaya çalışacağız.Ancak burada vereceğimiz bilgilerin bir kanunu,ya da mutlakiyet ifade eden bir yönü bulunmamaktadır.Bununla beraber define gömülerinin nirengi noktalarıyla ilgili olarak hata payı çok az olan bazı bilgi ve tecrübeleri aktarmış olacağız.
Bu işle uğraşanların ve bizim de sıkça ifade ettiğimiz gibi banka ve başka bir koruma yolunun bulunmadığı dönemlerdeki insanlar para ve kıymetli eşyalarını,ancak kendilerinin belirleyebildiği en gizemli noktalara saklıyorlardı.Bu noktalar arazinin muhtelif yerleri olabileceği gibi evler,kiliseler ve çeşitli doğa yapıları olabiliyordu.Bunların dışında elbette her para gömücüsünün kendine has belirlenmiş yerleri de olabilir.Bizim burada yapacağımız;para ve kıymetli eşyaların nerelere konulabileceğinin mantığı üzerinde durmaktadır.
Öncelikle şunu ifade edelim:
1.Gömüyü yapan kişi malzemesini gömmeden önce mutlaka iyi bir düşünce sürecinden geçecek,kendi yaşadığı bölgelerin içinde kendisine en uygun ve akla en yatkın yeri bulmaya çalışacaktır.Ancak akla yatkın olması kendi açısından önemlidir.Bu nokta başkası tarafından akla ve mantığa uygun olmamalıdır.Gömüyü yapan kişi en kalabalık bir yeri seçip ordaki gelen geçen insanlara da fark ettirmeden malzemeye bekçilik yaptırabilir.
2. Seçtiği gizli gömü alanı kendisinin sık sık ziyaretle kontrol edebileceği bir mekan olmalıdır.(b madde eşkıya ve muharipler için geçerli değildir).Özellikle ev ve bahçe gömüsü yapan insanlar oturup yattıkları odalardan ya da pencerelerden rahatça gözleyebilecekleri alanları seçerler.
3.Gömü yapan kişi ya da kişiler daha sonra tekrar geleceklerini düşündüklerinden dolayı da;gömü alanın çevresinde kendilerine uygun belirli yerleri nirengi noktası olarak alırlar.Bu madde arazi ve orman gömüsü yapanlar için daha önemlidir.
4.En son olarak;gömü yapan kişi;gömü alanı çevresinde bir takım işaretler koyacak ve onlarla yerin bulunmasını sağlayacaktır.Definecileri esasen en çok ilgilendiren meselede burasıdır.Ancak bu yönü işin aynı zamanda en zor olan kısmıdır.Zira gömücün bıraktığı işaretin çözülebilmesi için öncellikle bu işin bir kuralının bulunmadığı bilinmelidir.Burada mantıklar zorlanacak,edinilen tecrübelerden yola çıkılarak bir sonuca varılmaya çalışacaktır.Bir de;gömücü kişinin sosyal yapısı,eğitim durumu,yaşadığı devir ve dine bakış açısı iyi bilinecektir.Sadece bunlarla bitmeyip bir de Grek,Roma,Frig,Bizans ve yerine göre Osmanlı alfabe ve rakam sistemlerinin bilinmesi kaçınılmaz olmaktadır.Son olarak da ;belki bir miktar tarih bilgisi definecinin en önemli malzemesi olmaktadır.Çünkü biz Hz.İsa'nın henüz doğumu 2.000 sene olmasına rağmen 3.000 yıllık İncil'den bahseden tarih uzmanlarını!Çok gördüğümüz için bu meselenin ne kadar önem taşıdığını da çok iyi biliyoruz.
Malzemeyi gömen kişinin yer sorununu çözmesi ile ilgili olarak bu kadar bilgi verdikten sonra,gömü mekanları üzerinde de bir miktar duralım:En az işaretlerin kendisi kadar, o işaretlerin bırakılacağı mekanlar da önemlidir.Bazen de hiçbir işaret bırakılmadan geçmiş anlayışlar doğrultusunda bazı gömülerin yapıldığını biliyoruz.
O halde;Anadolu'daki gömülerin sıklıkla nerelere gömüldüğünü,yapılan gömülerde hangi noktaların daha çok nirengi olarak seçildiğini görmeye çalışalım.Şurası asla unutulmamalıdır ki gömü yapan insanlar kendilerine gömü mahallerini belirlerken asla değişmeyecek olan ya da yakın zamanlarda yerinden oynamayacak olan yer ve mekanları ya da onlara yakın bölgeleri tercih ederler.Bu yerleri kısaca inceleyelin:
&. Araziler: Arazileri kendi şartları içinde çok iyi değerlendirebilen eski insanlar,kendi yaşadıkları devirlerdeki nüfus yoğunluğunu ve yol geçiş güzergahlarını göz önünde tutarak en az dikkat çekecek yerleri seçmişlerdir.Arazi gömülerinin çoğunda yerlerdeki sabit küçük kaya parçalarında ok,kama,cezve,nal,niş,sofra taşı,zincir,el ve ayak resmi ile hayvan figürlerinin işlendiği küçük taş parçalarıdır.
Yukarıda saydığımız ve benzeri olan işaretler genellikle kayalıklar üzerinde değil;yerdeki sabit küçük kayalara ve taşlara işlenirler.
Burada dikkat edilecek bir husus arazi işaretlerinin kesinlikle bir tek olmayacağıdır.Hatta Ermeni toplumu mensuplarının kendi iç anlayışları doğrultusunda en az iki ya da üç işaret bırakmadan define gömmediklerini herkes bilir.Bu işaretlerin bir tanesi yön bir diğeri mesafe bildirmek zorundadır.Bazen hem yönü hem de mesafeyi tek kalemde bildiren işaretler de bulunabilir.Ol,yay,tek ayak vb. işaretler bunlardandır.Murçlu kayalar ise mutlak mesafeyi ve yönü sayarak bulmayı gerektiren motiflerdir.
Bu işaretlerin bir kısmı ters yönler için aldatmaca olarak da kullanılır. Ok işareti olarak verilen motifin bazı çeşitleri bunlardan biridir. Diğer bir kısım işaretler de bulunduğu taşın altını kazmayı ifade eder;cezve,değirmen taşı,musalla taşı,sofra taşı,yapraklı çiçek bunlardan bir kaçıdır.
Çizilen motifin gösterdiği yönde gidilerek adım ya da metre hesabıyla gömüsü yapılanlar ise gömücü kişilerin mantığını ve kullandıkları uzunluk ölçülerini bilmeyi gerektiren işaretlerdir.Bunlar da bir kısım oklar,kasatura,baş halkalı zincir,tek ayak, tek el,tabanca ya da tüfek vb. işaretler bunların bir kaçıdır.Osmanlı döneminde azınlıkların kullandıkları arşın ölçülerinin bilinmesi gibi bazı bilgiler burada önemlidir.Yine Roma ve Bizans gibi uygarlıkların bıraktıkları işaret ve semboller de bilinmezse malzemenin yerini bulmak mümkün olmayacaktır.
Arazi ve kayalık alanlarda bırakılan bir kısım işaretler sadece müjdesi verebilir. Asıl arayı bulmak da yine ikili-üçlü işaretlerin iyi tanınmasını gerektirir.
Yer taşlarına bırakılan önemli işaretlerden biri de parçalı motiflerdir.
Bunlar topal ayı,tek göz,noksan yapraklı çiçek,çolak papaz gibi işaretlerdir.Bu motiflerin kopuk ve noksan olan parçalarının bulunması gerekir.Malzeme kopuk parçanın yine altında değildir.Yakınında aranacaktır.Bununla ilgili bilgi kendi bölümünde verilmiştir.
Yer taşlarına çizilen haç veya yemin ifade eden istavrozlar ise bazen mezara,bazen de tapınağa nişan olarak bırakılmıştır.
Arazilerde tek ağaçlar ve ikili üçlü sıralı ya da geometrik şekilli olan ağaç grupları da önemlidir.Definecilerin sıkça bildikleri gibi çatal çamlar,eski ardıçlar,ahlat grupları aldatan yerler değildir.
&. Ormanlar: Gömülerin sıkça yapıldığı alanlardan biri de ormanlardır.Orman gömülerinde sık ekilen grup ağaçlar yerine yol kenarı fakat belirli yetişkinlikte olan ağaçların yakınları tercih sebebidir.Ormanlar da yine dönemeç noktalar ya da bakıldığında bir köy veya ağılı görecek noktalar önemlidir.Eski orman da defineciler tarafından iyice bilinmesi çok mühimdir.
Orman içlerinde pek çok yerlerde kilise ,tapınak yerleri ile mağaralar mevcuttur.Bugün bu yerler bozulmuş tahrip edilmiş olabilir.O zaman buraların eski halini göz önüne alarak araştırma,inceleme yapmak gerekir.Yani eskiden orman alanı iken bugün çıplak arazi olarak görünen yerler olabildiği gibi tam tersi de olabilir.Hıristiyanlık öğretisi için de inziva ve riyazet vardır.Dolayısıyla bir kısım kiliselerle tapınakların orman içlerine yapılmış olması sıkça rastlanan durumlardır.
Papaz ve rahipler buralara çekilerek ibadette bulunurlardı.
Yine aynı şekilde bazı manastırların gözlerden uzak ve tabiat ortamları içine yapıldığını sıkça görürüz.Trabzon'daki Sümela Manastırı bunların en güzel örneğidir.
3.Kilise ve tapınaklar:Gerek inançları ve gerekse eski devirlerdeki güvenilirliği nedeniyle gömücü insanların tercih mekanlarından birisi de kiliseler ve tapınaklardır.Genel itibariyle kilise kapı girişleri ve yakın çevreleri halktan olan insanların en fazla rağbet ettikleri yerlerdir.Fakat kiliselerdeki papaz ve rahiplerin kendilerine ait has odaları asıl para mekanlarıdır.Zira halkın ve idarecilerin verdikleri paraları papazlar kiliselerin mihrap altındaki ya da kilise ile ev arasındaki kullandıkları dehliz içindeki özel yapılı ve güveli odalarında saklarlardı.
Dışarıdan ya da sonradan gelen devirlerin insanlarının bu mekanlarda sıkça tercih ettikleri asıl saklama noktaları kiliselerin avlularıdır.Fakat günümüzde bu tür gömüler yok denecek kadar azdır.Bunlar ya soygunla alınmış, ya da avlular kaybolduğu için bugün bulunamaz hale gelmişlerdir.Mağara tipi kiliselerin ise ön cepheleri,yani bakıldığı zaman görülüp tarassut edilebilecek yakın çevreleridir.
4. Dere Ve Nehir Kenarları: Yer değiştirmesi ve kaybolması kolay kolay mümkün olmayan bu tip yerler,define gömücüleri için vazgeçmez mekanlardan birisidir.Ancak burada bir hususa dikkat etmek lazımdır;derelerin yatak kenarları bu işlem için kesinlikle uygun değildir.Bir sel ya da akıntının felaket olacağını bilen eski insanlar daha ziyade nehir kenarlarındaki sert kayalık alanları seçerler,böyle gömüleri de mutlaka metal,metal, ya da kalın pişmiş küpler içine koyarlardı.Nehirlerin dönüş noktaları ve nehirler üzerindeki eski köprülerin yakınları araştırılmaya değer mekanlardır.
5. Köprü Ayakları : Köprü civarları gömü ileri için önemli olduğu kadar köprülerin ayakları da çok ilginç saklama mekanlarıdır.Özellikle taşı yapı köprülerin pek çoğunda ayak kısımlarını işaret eden bir takım motifler ve figürler görürüz.Bunlar bazen bizim gözümüzde süsleme ve tezhip sanatı gibi görülebilir ama aslında bir takım saklanmış eşyanın ifadesidirler.Hepsi için bir genelleşme yapmak mümkün değildir;ancak bu iddiamız pek çok yerde doğrulandığı için rahatlıkla ortaya koyabiliyoruz.Bu tür köprü ayaklarında haç,çiçek,çember,papatya ve güneş resimleri görülebilir.Genel işaretleri bunlardır.İstisna olanlar da vardır.
6. Pınar Ve Çeşme Gözeleri: Özellikle arazide gömü yapanlar için en ideal nirengi noktalardan biride çeşmelerin gözelerdir.Bunları bulabilmek insanı uğraştırabilir.Çünkü pek çoğunun yeri kaybolmuştur.Ancak pınar ve çeşmelerin kendileri de önemli noktalarıdır.Bunların üst kısımları 7-11-40 adım gibi ölçülerle saklama noktası olarak kullanılmıştır.Bir de çeşme ve pınar gömülerinde 4 yönden birisi baz alınır ve imkan varsa çeşme üzerine bu işlenir.Dikkatli bir bakıcı tahrip olmamış böyle bir çeşme kaidesinde bu işareti yakalayabilir.Bazı defime uzmanlarının ifadelerine göre çeşme gömüleri,suyun aktığı yönde değil;tam arka istikametinde olmalıdır.Ancak çok sağlıklı bir bilgimizi ortaya koyalım:Çeşme ile yakın mesafedeki bir tepeyi üçgen alan gömücü,malzemesini çeşme ile tepeye üçgen gelecek şekilde koymuştu.
Çeşme ile tepe zirvesi 10 adım idi ve üçgen noktasındaki para da tam 110 adım da sabit gibi görünen bir kayanın altında idi.
Çeşmelerin yapı durumu müsait ise işlenmiş taşarının içine ya da kaidesinin dibine gömüldüğünü anlatan kişiler de vardır.Balık,yılan ve kaplumbağa ve baston gibi değişik motifler buraların genel işaretleridir.
Paraların ve eşyaların çeşme/pınar yakınlarına gömülmesinin sebebi buraların bir nirengi noktası olması kadar aynı zamanda eski bir düşüncenin mirası olan anlayıştır.O da çeşmelerin kendisinin değil ama onun derinlerden gelen gözesinin suyu sakladığı gibi paraların da burada saklanacağına olan inançtır.
7 .Yol Ayrım noktaları (makas yerler): B nokta da çalışma yapacak kişilerin tarih içindeki eski yol haritalarını ele geçirmek ya da rivayetlerle bunları öğrenmek zorunlulukları vardır.
İşaretlerde ağzı açık makas ve bazen de kerpeten dört yol ağzını,kırık makas ise üç yol ağzını ifade eder.(Kırk makas bazen iki su yolunun birleştiği noktayı da verebilir.)Bu tür yerler define gömecek insanlar tarafından çokça kullanılmıştır.Gömücü kişi,nişanını makas,kerpeten,çapraz kılıç,iğne/iplik gibi motiflerle bu yerlere bırakır.
8.Değirmen içi Ve Çevreleri: Arkeolojik buluntulara göre insanoğlu buğdayı 6-8 bin seneden beri bilmekte ve kullanmaktadır.Buğdayın genel işleme yeri ise değirmenlerdir.Bu sistemin kullanıldığı ilk tarihleri bilemiyoruz ama şurası bir gerçek ki: ilk değirmenim yapıldığı günden bu güne kadar da insanoğlunun en vazgeçilmez uğrak noktalarından birisi buralar olmuştur.
Değirmenlere su taşıyan ark kenarları,değirmen yükleme yapılan sırt cepheleri,değirmen çarkının döndüğü istikametin uzak noktaları bu anlamda saklama yerlerinden birisidir.
Bizim aldığımız bir bilgiye göre değirmen sahibi kişi,kendi emanetini değirmenin porto(çift)kapısının sağ kanadının tam arkasına koymuştur.Görüldüğü gibi her insanın kendine göre bir gömü mantığı vardır.Bunların tamamına akıl sır erdirmek ve &